17 Mart 2012 Cumartesi

ANADOLU EFSANELERİ -> HIZMALI KIZ EFSANESİ



Yüzyıllarca önce Anadolu’nun bir yelerinde yoksul bir ana-oğul yaşamaktadır. Oğul Kasarcı Çayı’nda kasarcılık yapmakta geçimlerini kıt kanaat sağlamaktadır. Günlerden bir gün yöreye gelen bir derviş, birkaç gün delikanlıyı izledikten sonra: “Oğlum seni izledim. Görüyorum ki, çalışkan, dürüst bir insansın. Anladığıma göre dardasınız. Yakında ülkeme döneceğim, orası varlıklı bir yerdir. İstersen sen de benimle gel” der. Delikanlı anasına danışır, anası da oğlum yoksulluktan kurtulsun diyerek gitmesine izin verir.

Derviş delikanlıyı tekkesine götürür, eğitir. Genç adam bir gün çarşıda güzel bir kız görür, ona âşık olur. Soruşturunca kızın Karakoyunlu Beyi’nin kızı olduğunu öğrenir. Aşk bu, yemeden içmeden kesilir. Derviş durumu öğrenince: “Üzülme, gider kızı isteriz” der. Ertesi gün saraya varır. Durumu Bey’e anlatır, Bey öfkelenir, ama dervişe saygısızlık yapmamış olmak için diye de sesini çıkartmaz.

Ama bir şartı vardır: Dervişe kırk gün içinde istediği hediye ve paralar getirilirse kızı vereceğini söyler. Ama Bey’in istediği şeyler kırk günde tamamlanacak gibi de değildir. Üstelik derviş de yoksuldur. Durumu öğrenen delikanlı üzülür ve günden güne erimeye başlar. Tam kırkıncı gün, delikanlı sabah namazı için uyandığında tekke avlusunda kimin getirdiği bilinmeyen eşya ve altın yüklü katırları görür. Koşup dervişe haber verir. Derviş gülümser. Alıp bunları Bey’e götürür. Çaresiz kalan Bey, kızını verir düğün-dernek kurulur.

Düğünden sonra derviş delikanlıya, gerdeğe girmeden iki rekât namaz kılmasını, sonra da kendisi için dua etmesini söyler. Delikanlı başına geldiği bunca maceradan sonra öylesine mutlu ve coşkuludur ki, namazı kılar, ama derviş için dua etmeyi unutur. Dervişe dua etmediği için de ertesi sabah uyandığında, kendisini Kasarcı Çayı kıyısında bulur. Başından geçenler kendisine bir rüya gibi gelir. Olanları gidip anasına anlatır. Yapacak bir şeyleri yoktur ve çaresiz yeniden eski yaşamlarına dönerler.

Yeni gelin olan kız ise, uyandığında kocasını yanında göremeyince her yeri aratır, ama kimse izini bulamaz. Bu arada dervişte gitmiştir. Vakti gelince kızın bir oğlu olur. Çocuk biraz büyüyünce, hem gittiği yerlerde kocasını aramak, hem de hac görevini yerine getirmek için yola çıkar. Yolu üzerindeki Urfa’ya varır. Mola verip dinlenmek için Samsat Kapısı önüne çadır kurdururken, çevreden bir takım bağrışmalar duyar.


Kentin ortasından gelen dere taştığı için, evler sular altında kalmış ve kent çok büyük ölçüde zarar görmüştür. Bey kızı bu taşkının nedenini sorar soruşturur ve öğrenir ki çay birkaç yılda bir taşıp kenti su altında bırakmaktadır. Bey kızı kararını vermiştir. Bu güzel kenti çayın sebep olduğu su baskınlarından kurtaracaktır. Bunu yapmak için de hac için ayırdığı parayı harcayacaktır. Tellallar çıkarıp halkı hendek kazmaya çağırır. Anasının isteğiyle, bizim delikanlı da hendek kazanların arasına katılır.  

Çalışmalar esnasında Bey kızının çocuğunu bir ağlama tutar, anası onu bir türlü susturamaz. İşçilerden yardım ister çocuğu kim almışsa bunu bir türlü başaramaz. Elden ele dolaşan çocuk sonunda delikanlının kucağına gelir. Kucağa gelir gelmez çocuğun sesi bir anda kesilir ve çevresine bakarak gülümsemeye başlar. Bu durumu gören Bey kızı delikanlıyı hendek işinden alıp çocuğu eğlemekle görevlendirir.

Bu arada delikanlının anası, oğlunun bohçasını karıştırırken, altın sırma işlemeli düğün giysisini bulur: “Oğlum artık bu giysi bize yakışmaz. Onu, kente bunca iyiliği dokunan hanıma hediye edelim” der. Giysi, Bey kızının çadırına götürülür. Kız armağanı görünce, kendi el işlemesinden tanır ve hemen getirenin bulunmasını emreder. Delikanlıyı getirirler. İşlemeli düğün giysisi sayesinde iki sevdalı yeniden bir araya gelip birbirlerine kavuşurlar.

Bir süre sonra hendek de tamamlanır. Derenin yatağı değiştirilerek, sel baskını tehlikesi önlenmiştir. Ardından dere üzerine bir de köprü yapılır. Sonraki yıllarda köprü yıkılırsa, yerine yenisi yapılabilsin diye Bey kızı, köprü ayaklarından birinin altına, altın hızması ile değerli taşlarını gömdürür. O günden sonra derenin adı Bey kızının soyunun isminden dolayı Karakoyun Deresi, köprünün adı da ayağındaki hızma nedeniyle Hızmalı (Kızmalı) Köprü olur.

Bey kızı ile delikanlı burada mutlu bir yaşam sürer, öldüklerinde de Karakoyun Deresi kıyısına gömülürler.

ANADOLU EFSANELERİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder