30 Nisan 2012 Pazartesi

ANADOLU ANADOLU -> POYRAZLAR GÖLÜ - > ADAPAZARI



Adapazarı’nın 7-8 km. kuzeydoğusunda Sakarya Irmağı’nın hemen doğusunda 60 hektarlık bir alan içinde bulunan Poyrazlar Gölü, adını yanı başındaki Poyrazlar Köyü’nden almaktadır. Gölün başka bir adı da Teke Gölü’dür. Sakarya Irmağı’nın eski yatağında oluşmuştur. İki sırt arasında uzanır. Sakarya Irmağının taştığı zamanlarda Kapaklı Boğazı’ndan gelen sular sayesinde ve yaz kış kendi bünyesindeki yer altı sularıyla beslenir. Oldukça derin bir göldür. Yalnızca güney kıyıları sığ ve sazlıktır. Kuzey ucunda bulunan bir koyak vasıtasıyla fazla sularını Sakarya Irmağı’na boşaltır. 


Başta sazan olmak üzere çeşitli tatlı su balıkları bulunan göl, son yıllarda günübirlik gidilebilecek alternatif bir dinlence yeri olarak da ilgiyi üzerine çeken turistik bir bölge olmaya hak kazanmıştır. Poyrazlar Gölü’nün çevresinde çeşitli kuş yanında sakarmeke ve karabataklar da sürüler halinde yaşamaktadır. Göç mevsimi kuğuların da ziyaret ettiği gölün bir bölümü ise sazlıklarla kaplı, nilüferlerle bezelidir.


Birinci dereceden sit alanı olarak koruma altına alındığı için sadece Poyrazlar Köyü’nün bulunduğu tarafında daha önceden yapılmış olan birkaç ev dışında gölün çevresinde yapılaşmaya izin verilmemektedir. Poyrazlar gölü piknik alanlarının bulunması sebebiyle piknik yapmaya oldukça müsait ve aynı zamanda mesire yeri olarak da kullanılabilen çevre halkın çok bildiği ve çok sık kullandığı bir göldür.


Toprağı bereketli, yamaçları çam ve meşe ağaçlarıyla kaplı, baharda kır çiçekleriyle daha da renklenen, tertemiz havasında gölün çevresini kuşatan ormanlık alan içinde ve göl çevresinde sadece bahar ve yaz aylarında değil kış aylarında bile yürüyüş ve piknik yapıp kafa dinlemek isteyenlerin gözdesi olabilecek kadar güzel bir tabiat harikasıdır Poyrazlar gölü.


Poyrazlar gölü İstanbul’a 140, Ankara’ya 300 km. mesafededir. Özel araçlarıyla gidecek olanlar İstanbul ve Ankara’dan TEM oto yolunu takip etmeleri yeterlidir. Adapazarı’na gelindiğinde kime sorulsa yol tarifini almaları mümkündür. Şehir içinden Poyrazlar Gölü’ne ulaşmak son derece kolaydır.



DERLEME

ANADOLU UYGARLIKLARI -> MİTANNİLER


M.Ö. II. bin yıllarında Yukarı Suriye ve Mezopotamya'da hüküm sürmüş bir krallık olan Mitanni krallığı Hurriler tarafından kurulmuş olan devlettir. Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar’dan güneyde Suriye ve Yukarı Mezopotamya’ya, batıda Toroslar’dan, doğuda İran’daki Zagros Dağları’nın ötesindeki Urmiye Gölü’ne kadar uzanan oldukça geniş bir coğrafik alana yerleşmiş bir halktır.  Fakat bu tarihlerde henüz siyasi bir teşekkül oluşturmamışlardır.

Bölgede Hurriler’e ait her hangi bir yazılı tablet ya da sanat eseri bulunmamış olmamasına rağmen Hurri başkentinin bugünkü Urfa civarında olduğu tahmin edilmektedir. Öte yandan Hurriler’e ait her hangi bir bilgiye rastlanılmamış olması Urfa bölgesinde yapılan kazıların Urfa’nın güney ya da güney doğusunda değil de kuzeyinde yapılmış olmasından kaynaklandığı söylenmektedir.

Adlarına ilk olarak Hitit yazıtlarında rastlanmaktadır. M.Ö. 1800 yıllarında başkenti Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu’da bir devlet kuran Hititler, Hurrilerle ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş topraklara sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye’ye düzenlemiş oldukları askeri harekâtlar sırasında karşılaşmışlardır. Kargamış ve Halpa’yı (Halep) ele geçirmeye çalışan Hititler Hurriler’in savunma yönünden Hititlere karşı bölge halkını desteklemeleri Hititlerin bu harekâtlarda başarısız olmalarına sebep olmuşlardır.

Bu halkın Hititler karşısında başarılı olmaları ise sahip oldukları atlı arabalara bağlanmaktadır. Çünkü o güne kadar bölge halkı ve Hititler savaşlarda henüz atlı araba kullanmaya başlamamış olduklarından Hurriler’in bu arabalarla süratli bir şekilde yapmış oldukları hücumlar karşısında oldukça şaşırmış oldukları ve bu yüzden başarısız oldukları yazılı tabletlerden anlaşılmaktadır.



 Yaklaşık M.Ö. 1500-1450 yıllarında Hurriler Hititlerin bölgede giderek zayıflamalarından da faydalanarak giderek güçlenip ırkdaşları Subaru aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak Batıda Akdeniz’e Doğuda Kerkük bölgesine, güneyde ise Ken’an iline kadar yayılmışlar Mitanni Krallığını kurmuşlardır.





Mitanniler tarafından yazılmış bir tablete henüz rastlanmamıştır. Ancak komşu ülkelere ait arşivlerde M.Ö. XV. yüzyıldan itibaren bunların güç ve hırslarını anlatan belgeler bulunmuştur. Kendilerinden Kerkük tabletlerinde kendileri tarafından “Maiteni” şeklinde, Mısır belgelerinde ise “Mitan” ve “Mitanni” adlarıyla bahsedilmektedir. Mitanni ülkesine Mısırlılar ve Suriyeliler “Naharina (İki nehir arası), Asurlular ise “Hanigalbat” adını vermişleridir.

Mitanni Krallığı, bugünkü Ceylanpınar civarında bulunduğu sanılan Vaşşuganni kentini başkent yapmışlar ve M.Ö. XIV. yüzyıl sonlarında, Kargamış, Harran, Urfa, Halep ve Antakya gibi kentleri hâkimiyetleri altına almışlardır. 



Mitanni Krallığı o dönemin dünya siyaseti bakımından çok önemli stratejik bir bölge idi. Mezopotamya’dan Karadeniz’e, Akdeniz’e, Mısır’a ve buralardan yine Mezopotamya’ya giden yollar Mitanniler ülkesinden geçiyordu. Bu coğrafik durum Önasya’da Mitanniler’e büyük bir üstünlük kazandırmıştır. Mitanniler, daha sonra bu avantajı kullanıp, Mısır ve Hitit krallıkları arasında üçüncü bir güç durumuna gelmiş fakat son kralları Şuppiluliuma'nın ölümünden sonra Hititlerin ve bölgede yeni bir devlet olarak ortaya çıkan Asurların yoğun saldırılarıyla karşılaşarak M.Ö. XII. Yüzyılda yıkılarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir.





 MİTANNİLER'DE TOPLUMSAL YAPI VE SANAT

Mitanni Krallığı feodal bir yapıya sahipti. Devletin başında “Şar Mitanni” veya “Şar Hanigalbat” unvanını taşıyan bir kral bulunurdu. Bu krala bağlı olarak ülkenin savunmasıyla görevlendirilmiş birtakım küçük krallar ve beyler vardı. Halk tımarlara sahip bulunan ve askeri veya mülki birtakım yükümleri olan “Mariannular” veya soylular, “Hanigalbatlı” denen hür insanlar ve toprağa bağlı, askerlik ve vergi yükümü altındaki köylüler olmak üzere üç sınıfa ayrılıyordu.

Mitanniler’de Aile, ataerkil temellere dayanır, evlenmeler ise bütün Ön Asya'da olduğu gibi hukuki bir akit olarak kabul edilirdi. Medeni, hukuk, şahsi mülkiyet üzerine kuruluydu. Bununla birlikte arazi ve emlâkin satılması birtakım şartlara ve kayıtlara bağlıydı. Özellikle soyluların elindeki tımarlar satılamaz, ancak veraset yoluyla geçebilirdi.



Mitanni sanatında Mezopotamya, Mısır ve Ege sanatlarına ait unsurlar hâkimdir. Yuvarlak mühürler ve seramikler dışında, bu sanat oldukça kaba ve bütünlükten yoksundur. Taş üzerine yapılmış oymaların kendine özgü motifleri, hurma dallı kutsal ağaç, kanatlı güneş, akbaba, saç örgüsü, gül ve yıldız biçiminde süsleri vardır. Bu motifler, sonradan Asurlular tarafından da benimsendi.



DERLEME

29 Nisan 2012 Pazar

ANADOLU'NUN HAZİNELERİ -> ULU CAMİ - SİVAS DİVRİĞİ


Divriği Cami 1228–29 yıllarında Mengücekli beyi Ahmed Şah tarafından inşa ettirilmiştir. Bu muhteşem eser Sivas ilinin Divriği ilçesinde bulunmaktadır. Aynı adla bilinen darüşşifa (hastane) ise aynı tarihte, Ahmed Şah'ın eşi ve Erzincan beyi Fahreddin Behramşah’ın kızı olan Turan Melek tarafından Ahlâtlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırılmıştır. Caminin güney duvarına yapışık bir biçimde bulunmaktadır.

Orta bölümü bir ışıklık kubbesi ile örtülmüştür, giriş ile birlikte dört eyvandan oluşur. Darüşşifanın kuzeydoğu köşesinde türbe yer alır. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmıştır.


Plan tipi ve süsleme olarak benzeri olmayan bir eserdir. Aralarında üslup birliği olmayan üç ana kapının süslemeleri birbirinden farklıdır. İki başlı kartal motifini de içeren süslemeler son derece taşkın ve barok karakterlidir. Batı kapısında Alaaddin Keykubad’ın arması olan çift başlı kartal ile Ahmet Şahın arması olan doğan motifi bulunmaktadır.


Caminin içi mihraba dik beş avludan oluşur. Orta avlu diğerlerinden daha geniştir. Burada yer alan dilimli mihrap önü kubbesi dıştan kümbete benzeyen piramit bir örtü ile örtülmüş ve dışarıdan da camiye hakim bir hale getirilmiştir. Orta avluda bir ışıklık yer alır. Işıklık kubbesine geçişte yelpaze biçimli Türk üçgenleri kullanılmıştır. Camide avluların hepsi birbirinden farklı yıldız tonozlarla örtülmüştür. Bu camide hem Selçukluların avlulu plan tipini, hem de Emevi plan tipini bir arada görmek mümkündür.

Bugün kirişleme izleri kalmış olan ahşap hünkâr mahfili Anadolu’daki en erken örneklerden birini oluşturmaktadır. Abanoz ağacından minber, kabartma sülüs yazı kuşakları ve yıldız motifleri büyük bir özenle yapılmıştır. Yapının taşkın barok karakterli ve iri süslemelerle bezeli mihrabı da eserin önemli bölümlerindendir. 


Caminin doğu cephesindeki pencerenin üzerinde Ahlatlı nakkaş Ahmet, minberde Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed ve hattat Mehmet, caminin güney duvarındaki ayet şeridi üzerinde de Mehmet oğlu Ahmet’in adları yazılıdır. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Selçuklu dönemi içinde küçük sayılabilecek yapı topluluklarından biri olmasına karşın, altı zanaatkârı ile dikkat çekici bir eserdir. Bu bağlamda yapı topluluğu, Selçukluların yanı sıra Mengücekli beyliğinde de ekip çalışmasının varlığını gösteren önemli bir örnek olarak görülmektedir.


Caminin giriş kapısına ikindi güneşi düştüğü zaman gölgelerden ayakta duran yandan bir erkek silueti belirir. Bu siluetin önünde dikdörtgene benzer bir gölge daha vardır ve bu gölgelerin Kuran okuyan ve namaz kılan bir adam olduğuna inanılır.




Evliya Çelebi Divriği Ulu Cami için "Üstat, bu mermer camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır," demiştir.




DERLEME




ANADOLU'NUN HAZİNELERİ -> İNCE MİNARELİ MEDRESE - KONYA - SELÇUKLU



Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus devrinde Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere 1264 yılında yaptırılan İnce Minareli Medrese Konya’nın Selçuklu ilçesinde Alaaddin Tepesi’nin batısında bulunmaktadır. Mimarı Abdullah oğlu Keluk’tur

“Darü-l Hadis” olarak da bilinen İnce Minareli Medrese Selçuklu devrinin avlusu kapalı medreseler grubundan olup tek eyvanlıdır. Doğusunda yer alan taç kapı Selçuklu devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır.




Binanın iç mekânları avlu, eyvan, dershane ve öğrenci hücrelerinden meydana gelmektedir. Medreseye adını veren minarenin kaidesi muntazam kesme taşla kaplı tuğla malzeme kullanılarak yapılmıştır. Minare ise tamamen tuğla örgülüdür. Mevcut gövdesi sekiz köşeli olup, çeşitli formda bombeler halinde inşa edilmiştir.  Yarı piramit formlu üçgenle ve on iki köşeli, gövde köşeleri türkuaz mavi sırlı tuğladan yapılmıştır. Orijinal minare iki şerefeliyken 1901 yılında düşen yıldırım iki şerefeden birini tahrip etmiştir.




Medresenin giriş kısmındaki kemerin iki tarafında yer alan üçer küçük sütun ve kemerler bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür. Girişin karşısında avludan üç basamakla çıkılan basık tonozlu eyvan yer almaktadır. Eyvanın iki yanında kare planlı, kubbeli birer dershane odası vardır.


Anıtsal yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri moloz taştan yapılmıştır. İç mekânlarda tuğla hem statik, hem de dekoratif amaçlı olarak kullanılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten günümüze ancak tuğla örgülü mihrap kalmıştır.





İnce Minareli Medrese 19. yüzyılın sonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1876-1899 yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılında başlayan çeşitli onarım çalışmalarından sonra, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır.




Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri ve sandukalar teşhir edilmektedir.




Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürlerinin en güzel örnekleri de bu müzede sergilenmektedir.